O Gece Çadırda Üç Kez Uyandım: Köpeğimle İlk Kamp Maceramızın Acemilikleri
Fikir, Instagram’da gördüğüm bir fotoğrafla aklıma düşmüştü.
Ateşin başında oturan bir insan, yanında uslu uslu yatan bir köpek ve arkada milyonlarca yıldız… “Biz de bunu yapmalıyız,” dedim. Köpeğim Fırtına ile doğayla bütünleşecek, medeniyetten kaçacaktık. Tam bir hayal…
Gerçekte olan ise şuydu: Arabadan indiğimiz an Fırtına’nın kendini çamurlu bir su birikintisine atması, benim çadırı kurmaya çalışırken onun çadır kazıklarını oyuncak sanıp ormana kaçırması ve gece yarısı dışarıdan gelen bir dala basan kirpinin sesine deliler gibi havlaması.
Size şimdi “kamp yapmanın 10 altın kuralı”nı falan anlatmayacağım.
Size sadece, o ilk acemi kampımızın hikayesini ve o gece öğrendiğim, gerçekten işe yarayan birkaç basit şeyi anlatacağım.
Kaos Başlıyor: Kurulum ve İlk Doğru Hareket
Kamp alanına vardık. Fırtına, hayatında görmediği kadar çok koku, ağaç ve özgürlükle adeta çıldırdı.
Onu kontrol etmemin imkânsız olduğunu anladığım an, arabaya geri dönüp o uzun, yere vidalanan bağlama ipini çıkardım. Fırtına’yı yakındaki bir ağaca, etrafında rahatça dönebileceği ama başını belaya sokamayacağı bir mesafede bağladım.
Bu, o gün yaptığım ilk ve en doğru hareketti.
Çünkü o ip olmasaydı, Fırtına beş dakika içinde ya komşu kampın mangalındaki köfteleri çalmaya gitmişti ya da ormandaki bir tavşanın peşinde kaybolmuştu. O ip, benim akıl sağlığımı korudu.
Ben çadırla boğuşurken, gözüm hep Fırtına’daydı. Çünkü veterinerin o son sözü kulağımda çınlıyordu: “Pire ve kene için o damlayı sakın unutma, orası ormanlık alan.” Neyse ki ikinci doğru hareket olarak o damlayı yola çıkmadan yaptırmıştım. İçim en azından o konuda rahattı.
Naylon Bir Ev: O Sihirli Battaniye
Nihayet, kan ter içinde çadırı kurmayı başardım.
İçeri ilk Fırtına girdi. Önce bir duraksadı. Her köşeyi kokladı. Burası onun için naylondan yapılmış, garip kokan bir kutuydu.
Hemen çantasından o evden getirdiğimiz, paçavra halindeki eski battaniyesini çıkardım. Çadırın en dip köşesine serdim. Üzerine de o en sevdiği, gıcırtılı plastik tavuk oyuncağını koydum.
İşte o an, o garip naylon kutu, onun için bir “yuva” oldu. Gidip battaniyesinin üzerine kıvrıldı ve tavuğuyla oynamaya başladı.
Üçüncü ve belki de en önemli ders: Nereye giderseniz gidin, ister beş yıldızlı otel olsun, ister bir dağ başı; onun evinin kokusunu yanınızda götürün. O koku, onun en büyük güvencesidir.
O Gece ve Sabahki Huzur
Gece mi? Gece, kabul edelim, biraz zordu.
Dışarıdan gelen her çıtırtıya, her yaprak hışırtısına havladı. “Sus oğlum, o sadece bir baykuş” dedikçe daha çok havladı. Belli ki o da hem heyecanlı hem de biraz korkmuştu.
En sonunda dayanamayıp onu uyku tulumumun içine, yanıma aldım. Benim kokumu hissetti, nefesimi duydu. Ancak o zaman sakinleşip uykuya daldı.
Sabah uyandığımda ise… İşte o an, bütün o zorluğa, o uykusuzluğa değdiğini anladım.
Çadırın fermuarını açtım. Dışarıda sisli, serin bir hava. Fırtına, başını çadırdan çıkardı, o temiz, ıslak toprak kokulu orman havasını ilk defa içine çekti. Gözlerindeki o saf merak ve mutluluk…
O an anladım ki, olay mükemmel bir kamp yapmak değilmiş.
Olay, onunla birlikte o korkuyu, o acemiliği aşıp, sabahın o ilk ışıklarını birlikte karşılayabilmekmiş.
Size vereceğim son tavsiye şu: İlk kampınız muhtemelen bir felaketler komedisi olacak. Hazırlıklı olun.
Ama pes etmeyin. Çünkü o ilk acemiliği atlattıktan sonra, geriye sadece saf bir macera ve dostunuzla kurduğunuz o inanılmaz bağ kalıyor.
Yanınıza bolca sabır, bir de o eski kokmuş battaniyesini almayı unutmayın yeter. Gerisi, bir şekilde halloluyor.