Nefes Al, Sakin Ol… Arabada Panik Atak Geçiren Köpeğime Nasıl Yardım Ettim?

Nefes Al, Sakin Ol… Arabada Panik Atak Geçiren Köpeğime Nasıl Yardım Ettim?

Nefes Al, Sakin Ol… Arabada Panik Atak Geçiren Köpeğime Nasıl Yardım Ettim?

 

Gözüm dikiz aynasında.

Arka koltukta bir aşağı bir yukarı volta atan, yerinde duramayan köpeğim Loki’ye bakıyorum. Nefes nefese. Ağzından, normalde hiç görmediğim kadar çok salya akıyor. Ve o titreme… Bütün vücudu zangır zangır titriyor.

Normalde arabayı severdi bizimki. Ne oldu şimdi? Bu benim tanıdığım Loki değil. Bu, gözleri kocaman açılmış, ne yapacağını bilemeyen, korku dolu bir hayvan.

Beynimde sirenler çalmaya başlıyor. Ne yapacağım? Yolun kenarına çekiyorum. Dörtlüleri yakıyorum.

İşte o an, o kriz anı, aslında aylardır yaptığınız bütün hazırlığın test edildiği yerdir.

İlk aklıma gelen, veterinerin o basit ama en zor sözü oluyor: “Sen panik yaparsan, o daha beter olur.”

Derin bir nefes aldım. Zorundaydım.

Arabayı durdurdum. Müziği, her şeyi kapattım. Sessizlik.

Arka kapıyı yavaşça açıp, onun yanına, koltuğun ucuna oturdum. Hiçbir şey yapmadım. Ona dokunmadım bile. Sadece orada oturdum. Varlığımla, sesim çıkmasa da “buradayım, güvendesin, geçecek” demeye çalıştım.

Bazen bir hayvana yapılacak en iyi yardım, hiçbir şey yapmamaktır. Sadece yanında durmak.

Birkaç dakika geçti. Titremesi biraz azaldı gibiydi. İşte o an, “macera çantamı” açma zamanıydı.

Çantadan ilk çıkardığım şey, o evden getirdiğim, benim kokumun sindiği eski, yırtık tişört oldu. Yavaşça yattığı yere, yanına koydum. Önce bir irkildi, sonra yaklaşıp kokladı. O tanıdık koku, sanki o anki kaosun içinde tutunabileceği tek dal gibiydi.

Sonra, o sihirli su şişesini çıkardım. Hani şu üstü kap gibi olanlardan. Birkaç yudum su içti. Bu iyiye işaretti.

Elimi yavaşça uzattım, bu sefer yalamasına izin verdi. Tamam, iletişim kurmaya başlıyoruz.

Ama hâlâ o “donmuş” haldeydi. Gözleri boş bakıyordu. Aklıma, o içine mama saklanan, delikli zeka oyuncağı geldi.

Normalde bunu sadece evde, onu oyalamak için kullanırdık. Çantadan çıkardım. İçine, o en sevdiği, kokusuyla bile aklını başından alan ödül mamasından sadece bir tane koydum.

Oyuncağı yavaşça önüne, patilerinin arasına koyduğum an, bir şey değişti.

O boş bakışlar gitti, yerine “bunun içinde ne var?” merakı geldi. Burnunu oyuncağa dayadı, patisiyle yavaşça ittirmeye başladı.

İşte o an anladım ki, korkuyu yenmenin en iyi yolu, beyne korkudan daha ilginç, daha önemli bir görev vermekti. O basit oyuncak, onun beynindeki panik düğmesini kapatıp, “problem çözme” düğmesini açmıştı.

On dakika sonra, Loki oyuncağıyla uğraşıp mamasını çıkarmayı başarmıştı. Artık titremiyordu. Sadece çok, çok yorgundu.

O gün yolculuğa devam etmedik. En yakın yerde durup sakin bir gün geçirdik.

O olay bana şunu öğretti: En iyi hazırlık bile, kriz anını her zaman engelleyemeyebilir.

Ama hazırlıklı olmak, o kriz anında çaresizce donup kalmak yerine, ne yapacağını bilmektir.

Sakinliğiniz, o tanıdık bir koku ve aklını oyalayacak küçücük bir görev… Bazen bir hayvanı o korku tünelinden çıkarmak için gereken tek şey bu üçü oluyor.

Unutmayın, o an en çok size ihtiyaçları var.