O Mavi Pasaportu Alana Kadar Canım Çıktı: Köpekle Yurtdışına Çıkmanın Gerçek Hikayesi
Fikir, bir kış akşamı aklıma düşmüştü: Köpeğim ‘Pasaport’ ile birlikte arabayla bütün Avrupa’yı gezmek. Harika bir hayal, değil mi?
Hemen internete girdim, “köpekle yurtdışı seyahati için gerekenler” yazdım.
Keşke yazmasaydım.
Karşıma çıkan o listeler, o kurallar, o bekleme süreleri… O an anladım ki bu, bir tatil planı değil, adeta bir vatandaşlık başvurusu süreciydi.
Size şimdi o resmi listeleri, o sıkıcı maddeleri tekrarlamayacağım.
Size, benim gibi yanmayın diye, o bürokrasi canavarıyla boğuşurken öğrendiğim, kimsenin o an size söylemediği o basit ama hayati sıralamayı anlatacağım.
En Baştan Yaptığım O Kocaman Hata…
Benim ilk hatam ne oldu biliyor musunuz? Bizimkinin kuduz aşısı yeni yapılmıştı. “Tamam,” dedim, “en önemli şey hazır, aşı tamam.”
Meğer hiçbir şey tamam değilmiş.
Veterinere gittim, büyük bir gururla “Biz yurtdışına çıkıyoruz, aşımız da yeni” dedim. Adamın ilk sorusu şu oldu: “Mikroçipi var mı?”
Yoktu.
Ve o an, bütün hayallerimi yıkan o acı gerçeği öğrendim: Mikroçip olmadan yapılan hiçbir aşının, hiçbir işlemin yurtdışı için zerre kadar anlamı ve geçerliliği yokmuş.
Her şeye sıfırdan başlamak zorundaydık.
Kural 1 (bunu lütfen alnınıza yazın): Bütün bu maceranın başlangıç düdüğü, veterinerin o küçücük pirinç tanesi kadar çipi köpeğinizin ensesine “çıt” diye, acısız bir şekilde yerleştirmesidir. Ondan önceki her şeyi unutun. Her şey o “çıt” sesinden sonra başlar.
Zamanla Yarış ve O 3 Aylık “Ev Hapsi”
Tamam, çipi taktırdık. Aynı gün, mecburen, kuduz aşısını da yeniledik. “Oh be,” dedim, “şimdi herhalde tamamız.”
Veteriner acı acı güldü. “Şimdi 3-4 hafta bekleyip kan alacağız,” dedi.
Ne kanı? Adı çok havalı: Kuduz Titrasyon Testi.
Türkçesi: “Yaptırdığımız aşı gerçekten tutmuş mu, hayvanın kanında yeterince koruma var mı?” diye devlete kanıt sunma testi. Kanı verdik, Ankara’daki özel bir laboratuvara gitti. Sonuç bir hafta sonra geldi: “Aşı tutmuş, antikorlar süper.”
Ben “tamam o zaman, haftaya biletleri alıyorum” derken veteriner asıl bombayı patlattı: “Bu kanın alındığı tarihten itibaren, tam 3 ay beklemeden Avrupa Birliği’ne adımınızı atamazsınız.”
Üç. Ay.
Resmen 3 ay ev hapsi. İşte o an dank etti ki, bu işe en az 5-6 ay önceden başlamak bir tercih değil, mutlak bir zorunlulukmuş.
Final Canavarı: O Kutsal Bakanlık Mührü
O üç ay boyunca tırnaklarımızı yedik, bekledik. Uçuşumuza son on gün kala, son etaba girdik.
Tekrar veterinere gittik. “Bu köpek sağlıklıdır, uçağa binebilir” diye bir sağlık sertifikası verdi. O meşhur mavi pasaportu da son kez kontrol etti, imzaladı, kaşeledi.
İş bitti mi? Tabii ki hayır.
O ıslak imzalı belgelerle birlikte, soluğu Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ilçe müdürlüğünde aldık. Orada bir devlet veterineri daha bütün evrakları en baştan kontrol etti ve en sonunda, o kutsal, o her şeye değer mührü pasaporta bastı.
İşte o mühür olmadan, o pasaport sadece mavi renkli, sevimli bir defter. O mühürle, uluslararası bir belge.
Havaalanında, elimde o mühürlü mavi pasaportla beklerken, Pasaport da taşıma çantasında mışıl mışıl uyuyordu.
O kadar koşturmaca, o kadar stres, o kadar bekleyiş… Hepsi, o an içindi. Birlikte yeni bir maceraya atılabilmek için.
Bu süreç zor mu? Evet. Karmaşık mı? Biraz. Ama imkânsız değil.
Sadece doğru sırayı takip edin: Önce çip. Sonra aşı. Sonra kan. Sonra 3 ay sabır. Sonra sertifika ve mühür.
Bu kadar. Gerisi, sadece yeni anılar biriktirmek.