O Telefon Gelmeseydi… Köpeğimi Kaybettiğim O İki Saatin Hikayesi
Bolu’da, göl kenarında, o mükemmel sonbahar günlerinden birindeydik.
Köpeğim Bulut, bir anlık dalgınlığımdan faydalanıp, tasmasından kurtulduğu gibi ormanın içine daldı. “İki dakika koşturur, koklanır, geri gelir,” dedim kendi kendime.
O iki dakika, hayatımın en uzun, en korkunç iki saatine dönüştü.
O an hissettiğiniz o kör çaresizliği size anlatamam.
Adını bağırıyorsunuz, sesiniz ağaçların arasında kaybolup gidiyor. Duyduğunuz her yaprak hışırtısında, kalbiniz yerinden fırlayacak gibi oluyor, “o mu?” diye dönüp bakıyorsunuz. Değil.
Dünyanız o an başınıza yıkılıyor. Aklınıza hiçbir mantıklı çözüm gelmiyor. Sadece saf, katıksız bir panik var.
Size şimdi mikroçipin ISO standartlarını, teknik detaylarını falan anlatmayacağım.
Size, o cehennem gibi geçen iki saatin sonunda, umudumu tamamen kesmişken çalan bir telefonun, o küçücük bir pirinç tanesinin bir hayatı nasıl kurtardığını anlatacağım.
Ormanın içinde deli gibi oradan oraya koştururken, aklıma aylar önce veterinerin o sıkıcı görünen konuşması geldi.
Çipi takarken, “Bakın,” demişti, “bu bir GPS değil, takip edemezsiniz. Bu, onun kaybolursa bulunmasını sağlayan kimlik kartı. Biri bulup kliniğe götürürse, biz bu aletle okuturuz ve hoop, sizin telefonunuz çalar.”
Ben de o an içimden, “aman ne gerek var, biz dikkat ederiz zaten” diye düşünmüştüm.
Ne büyük, ne affedilmez bir aptallık.
O çip, pirinç tanesi kadar bir şeymiş. Derisinin altına, kürek kemiklerinin arasına koymuştu. Bulut’un canı bile yanmamıştı.
Ama o çipin asıl olayı, çipin kendisi değilmiş. O çipe, benim güncel telefon numaramın kaydedilmesiymiş. O kayıt olmasa, o çip hiçbir işe yaramazmış. Bunu o an, o çaresizliğin içinde anladım.
İki saat sonra…
Artık sesim kısılmış, umudumu tamamen kesmiş, bir ağacın dibine çöküp ağlarken, cebimdeki telefon titredi. Yabancı bir numara.
“Merhaba,” dedi titrek bir ses. “Sizin Bulut adında, sarı renkli bir köpeğiniz mi var acaba?”
O anı, o kelimeleri, o sesi ömrümün sonuna kadar unutamam. Dünyanın en güzel, en sihirli müziği gibiydi.
Meğer bizimki, ormandan çıkıp anayola inmiş. Yoldan geçen bir aile, arabanın önüne atlamasın diye durup onu arabalarına almış.
Ne yapacaklarını bilememişler. Sonra şans eseri, yakındaki bir kasabada bir veteriner kliniği görmüşler, “belki bir çipi vardır” diye akıl etmişler.
Veteriner o küçük el aletini Bulut’un sırtında gezdirmiş. “Bip.” Ekranda uzun bir numara belirmiş. O numarayı sisteme girmiş. Ve benim adım, telefon numaram…
Yarım saat sonra Bulut’a yeniden sarılıyordum. O beni, ben onu yaladım.
O an anladım ki, o pirinç tanesi kadar çip, bir teknoloji harikası falan değil. O bir umut. O bir geri dönüş bileti.
Özellikle evinizden yüzlerce kilometre uzakta, yabancı bir yerdeyken, o çip sizin dünyayla olan tek bağlantınız.
O günden sonra iki şeyi asla aksatmıyorum.
Bir, telefon numaram veya adresim değiştiği an, ilk işim veterineri arayıp o çipin kaydını güncellemek oluyor. Güncel olmayan bir kayıt, olmayan bir çiple aynı şeydir.
İki, o çipe harcadığım para, hayatımda bir şeye verdiğim en iyi, en değerli paraydı.
Lütfen, eğer hâlâ yaptırmadıysanız, bu yazıyı okuduktan sonraki ilk işiniz veterinerinizden bir randevu almak olsun.
O küçücük pirinç tanesinin, bir gün sizin de dünyanızı kurtarmayacağını bilemezsiniz.