Patili Rotalar: Köpeğimle Ege ve Akdeniz’de Ayak İzlerimizi Bıraktığımız Yerler
Her yaz tatil dönemi yaklaştığında o klasik soru aklıma düşer: “Bu sene köpeğim Çakıl’la nereye kaçsak?” Otellerin o “maalesef” diyen kibar sesinden, kalabalık plajlardaki ters bakışlardan sıkıldıysanız, doğru yerdesiniz. Size öyle listeler, uzun uzun anlatımlar yapmayacağım. Sadece bizim Çakıl’la birlikte defalarca gittiğimiz, hem onun hem de bizim özgürlüğü sonuna kadar hissettiğimiz, kalbimizde yer etmiş birkaç rotadan bahsedeceğim.
Bizim favorimiz her zaman Ege’nin o sakin ve karakterli kıyıları oldu. Özellikle Kaş, bizim için bir demirbaştır. Ama hemen aklınıza merkezdeki o şemsiyeli, kalabalık plajlar gelmesin. Bizim olayımız, arabayla merkezden biraz uzaklaşıp keşfettiğimiz o isimsiz, çakıllı koylardır. Hani sadece birkaç ailenin olduğu, kimsenin kimseye karışmadığı yerler… İşte oralarda Çakıl denize girerken kimse dönüp bakmıyor bile. Size ilk tavsiyem: O bölgelere giderken yanınıza mutlaka bir deniz ayakkabısı alın. Hem kendiniz için hem de onun hassas patileri için, çünkü denizkestanesi bol olabiliyor. Bir de arabanın arkasına atacağınız katlanabilir bir şemsiye; gölge yaratmak, yaz sıcağında hayat kurtarır.
Eğer aradığınız şey biraz daha dinginlikse, o zaman rota kesinlikle Datça. Hele Palamutbükü’nün en uç kısımlarında, insan kalabalığından uzakta saatlerce topla koşturduğumuzu, denize girdiğimizi bilirim. Oranın o kendine has sakinliği, sanki köpeğe de geçiyor; Çakıl orada hep daha bir uysal, daha bir huzurlu oluyor.
“Peki ya daha popüler yerler?” derseniz… Mesela herkes “Çeşme’ye köpekle gidilmez,” der. Kısmen doğru, Ilıca’nın veya Pazar Yeri’nin ortasında bu iş zor. Ama işin sırrı, kalabalığın gittiği yerin bir paralel sokağına veya birkaç kilometre ilerisine bakmak. Biz, Alaçatı’nın o meşhur sörf plajlarının biraz daha ilerisindeki, pek kimsenin bilmediği halk plajlarına gidiyoruz. Rüzgâr mis gibi, Çakıl dalgalarla oynamaya bayılıyor. Akşam olunca da Alaçatı’nın o kalabalık ana caddesi yerine, ara sokaklarındaki avlulu, hayvansever mekanlarda soluğu alıyoruz.
Akdeniz’e indiğimizde ise bizim için tek bir adres var: Olimpos veya Çıralı. O yemyeşil portakal bahçelerinin arasındaki salaş, doğal ortam tam bizlik. Oradaki geniş kumsalda ne Çakıl kimseyi rahatsız ediyor ne de kimse Çakıl’ı. Hatta bir gece fenerlerimizi alıp Çıralı’dan Yanartaş’a yaptığımız o mistik yürüyüş, tatilimizin en unutulmaz anısıydı.
Nereye gidersek gidelim, bizim üç tane yazılı olmayan kuralımız var:
- Arabanın torpido gözünde her zaman küçük bir ilk yardım çantası ve fazladan bir şişe su bulunur. Ne olur ne olmaz.
- Çakıl’ın tasmasındaki künyede benim güncel telefon numaram yazar. Bu, onun eve dönüş biletidir.
- Ve en önemlisi, arkasını her zaman ama her zaman toplarız. Başkasının kumsalda bizim keyfimiz yüzünden kötü bir sürprizle karşılaşmaya hakkı yok. Bu, basit bir saygı meselesi.
Gördüğünüz gibi, Türkiye’de köpekle tatil yapmak aslında sandığınızdan çok daha kolay. Sadece herkesin gittiği ana yoldan değil, bir yan patikadan sapmak gerekiyor. Kendi küçük cennetinizi keşfettiğinizde, o tatilin tadı emin olun hiçbir şeye benzemiyor.
Şimdiden iyi keşifler!